İstanbul – biraz da – rahmetli şairleriyle yaşıyor
Nedim’den Orhan Veli’ye Kadar
Havasına – suyuna – toprağına karışmıştır
Ama – kim demiş – arayıp bulmak zor
Ölümsüzdür – gerçek şairleri İstanbul’un
İstanbul – biraz da – rahmetli şairleriyle yaşıyor
Bak – her sabahki mahmurluğunu – Sait Faik
Yine – serin serin – Çiçek Pasajı’nda açıyor
İşte Abdülhak Hamid – yanında Lüsyen hanım
Löbon’da beş çayını içiyor
Bir şarkı – uzaktan uzağa ve beyaz bir sandal
Allah bilir ya – Nedim Efendi geçiyor
Orhan Veli – şu anda – bir deniz meyhanesinde
Garanti kafayı çekiyor
Aşı boyalı bir ev (küpeler – sardunyalar içinde)
Kapısından Ziya Osman çıkıyor
Yahya Kemal – yeni bir ilhamla dalgın
Arada bir Kanlıca’ya bakıyor
Yine – bir kavga ve hürriyet şiirine eğilmiş Tevfik Fikret
Canım Boğaz – önünden – boş yere akıyor
Ve Nüzhet - bu mısralarla - hepsinin toprağına ayrı ayrı
Sevdikleri taze çiçekleri bırakıyor.
Nüzhet Erman
14
Bir güneş yüzlü melek gördüm ki âlem mâhıdır,
Ol kara sümbülleri âşıkların âhıdır.
Kareler giymiş meh-i tâbân gibi ol serv-i nâz,
Mülk-i Efrengin meğer kim hüsn içinde şâhıdır.
Ukde-i zünnârına her kimse kim dil bağlamaz,
Ehl-i iman olmaz ol, âşıkların gümrâhıdır
Gamzesi öldürdüğüne, lebleri canlar verir,
Var ise, ol ruh bahşın dini İsâ râhıdır.
Avniyâ kılma güman kim sana râm ola nigâr,
Sen Sitanbul şâhısın, ol Galata'nın şâhıdır. Avni
Avni
Bir Başka Tependen
Sana dün bir tepeden baktım aziz İstanbul!
Görmedim, gezmediğim, sevmediğim hiç bir yer.
Ömrüm oldukça, gönül tahtıma keyfince kurul!
Sade bir semtini sevmek bile bir ömre değer.
Nice revnaklı şehirler görülür dünyada,
Lakin efsunlu güzellikleri sensin yaratan.
Yaşamıştır derim, en hoş ve uzun rüyada
Sende çok yıl yaşayan, sende ölen, sende yatan.
Atik Valde’den İnen Sokakta
Nihad Sami Banarlı'ya
İftardan önce gittim Atik-Valde semtine,
Kaç def'a geçtiğim bu sokaklar, bugün yine,
Sessizdiler. Fakat Ramazan mâneviyyeti
Bir tatlı intizâra çevirmiş sükûneti;
Semtin oruçlu halkı, süzülmüş benizliler,
Sessizce çarşıdan dönüyorlar birer birer;
Bakkalda bekleşen fıkarâ kızcağızları
Az çok yakından sezdiriyor top ve iftarı.
Meydanda kimse kalmadı artık bütün bütün;
Bir top gürültüsüyle bu sâhilde bitti gün.
Top gürleyip oruç bozulan lâhzadan beri,
Bir nurlu neş'e kapladı kerpiçten evleri.
Yârab nasıl ferahlı bu âlem, nasıl temiz!
Tenhâ sokakta kaldım oruçsuz ve neş'esiz.
Yurdun bu iftarından uzak kalmanın gamı
Hadsiz yaşattı rûhuma bir gurbet akşamı.
Bir tek düşünce oldu tesellî bu derdime;
Az çok ferahladım ve dedim kendi kendime:
"Onlardan ayrılış bana her an üzüntüdür;
Madem ki böyle duygularım kaldı, çok şükür."
Yahya Kemal Beyatlı
Boğaz Rüyası
Son gül dağıldı, son kuş uçup gitti. Şimdi yaz
Yol yol sürüklenen sarı yaprak sesindedir.
Eşsiz güzelliğiyle hayalimde hep Boğaz;
Gönlüm yaz ortasında Bebek Bahçesi'ndedir.
Üstünde incecik buğudan tül, öbür kıyı
Sakin bir öğle sonrası hazzıyla uykuda.
Bir ses, hüzünle perdeli, bir eski şarkıyı
Rüyada bir dua gibi söyler Küçüksu'da.
Artık uzak ve hatıralaşmış, güneşli yaz
Yaprakların tabiatı örten pasındadır.
Her an yaz ortasında hayal ettiğim Boğaz
Masmavi, gözkapaklarımın arkasındadır.
Bu şehr-i Stanbul ki
Bu şehr-i Stanbul ki bî-misl ü bahâdır
Bir sengine yek-pâre Acem mülkü fedâdır.
Bir gevher-i yektâdır iki bahr arasında
Hurşîd-i cihan-tâb ile tartılsa sezâdır.
Bir kân-ı ni‘amdır ki onun gevheri ikbâl
Bir bâğ-ı İremdir ki gülü izz ü ulâdır.
Altında mı üstünde midir cennet-i a‘lâ
El-hak bu ne hâlet bu ne hoş âb u havâdır.
Her bağçesi bir çemenistân-ı letâfet
Her gûşesi bir meclis-i pür-feyz ü safâdır.
İnsâf değildir onu dünyâya değişmek
Gülzârların cennete teşbîhî hatâdır.
Herkes erişir anda murâdına onunçün
Dergâhları melce-i erbâb-ı recâdır.
Kâlâ-yı ma‘ârif satılır sûklarında
Bâzâr-ı hüner ma‘den-i ilm ü ulemâdır.
Câmî‘lerinin her biri bir kûh-ı tecelli
Ebrû-yı melek andaki mihrâb-ı du‘âdır.
Mescidlerinin her biri bir lücce-i envâr
Kandîlleri meh gibi leb-rîz-i ziyâdır.
Ser-çeşmeleri olmada insâna revan-bahş
Germ-âbeleri câna safâ cisme şifâdır.
Hep halkının etvârı pesendîde vü makbûl
Derler ki biraz dil-beri bî-mihr ü vefâdır.
Şimdi yapılan âlem-i nev-resm-i safânın
Evsâfı hele başka kitâb olsa sezâdır.
Nâmı gibi olmuşdur o hem sa‘d hem âbâd
İstanbula sermâye-i fahr olsa revâdır.
Kûhsârları, bâğları, kasrları hep
Gûyâ ki bütün şevk u tarab zevk u safâdır.
İstanbulun evsâfını mümkin mi beyan hiç
Maksûd heman sadr-ı kerem-kâra du‘âdır.
Dâmâd-ı güzîn-i şeh-i zî-şân-ı felek-câh
Fahrü'l-vüzerâ âsaf-ı ferhunde-likâdır.
Hem-nâm-ı Halîl olmağ ile zât-ı şerîfi
Ahdinde cihan pür-ni‘am-ı cûd u sehâdır.
Devşirmededir saçdığı ihsânı şeb ü rûz
Pîr-i felegin onun içün kaddi dütâdır.
Ser-pençesinin nâmı lisân-ı küremâda
Deryâ-yı himem kân-ı kerem bahr-ı atâdır.
Endîşesinin künyesi tûmâr-ı nesebde
Nûr ibni süheyl ibni reşad ibni zekâdır.
Bîm-i ser-i şemşîr-i dırahşan güherinden
Sîmâ-yı ehâlî-i sitem kâh-rübâdır.
Hâtem-sıfatâ tab‘ u dil ü dest-i kerîmin
Deryâ-yı himem kân-ı kerem ebr-i atâdır.
Feyz-i eser-i sâgar-ı dest-i kereminden
Şahs-ı felegin çehresi yâkut-nümâdır.
Ey sadr-ı keremkâr ki degâh-i refî‘in
Erbâb-ı dile kıble-i ümmîd ü recâdır.
Sensin o cihan-sadr felek-pâye ki dâ'im
Dergâhına ikbâl ü şeref perde-güşâdır.
İhlâs ile bendendir eyâ sadr-ı keremkâr
Kullukdur onun pîşesi dahı neye kâdir.
Devrinde senin fırka-i erbâb-ı ma‘ârif
Âsûde-i cevr-i felek-i bî-ser ü pâdır.
Iydın ola ikbâl ü sa‘âdetle mübârek
Günden güne ikbâlin ola gün gibi zâhir.
Sadrında seni eyleye Hak dâ'im ü sâbit
Hep âlemin etdikleri şimdi bu du‘âdır.
Ey sadr-ı cihanbân ede Hak devletin efzûn
Kim devletin erbâb-ı dile lutf-ı Hudâdır.
Ez-cümle Nedîmâ kulun ey âsaf-ı zî-şân
Müstağrak-ı lutf u kerem ü cûd u atâdır.
İstanbul İçin
Nisan
İmkansız şey
Şiir yazmak,
Aşıksan eğer;
Ve yazmamak,
Aylardan nisansa.
Arzular ve Hâtıralar
Arzular başka şey,
Hâtıralar başka.
Güneşi görmeyen şehirde,
Söyle, nasıl yaşanır?
Böcekler
Düşünme,
Arzu et sade!
Bak, böcekler de öyle yapıyor.
Dâvet
Bekliyorum
Öyle bir havada gel ki,
Vazgeçmek mümkün olmasın.
İstanbul
Seni görüyorum yine İstanbul,
Gözlerimle kucaklar gibi, uzaktan
Minare minare, ev ev,
Yol, meydan.
Geliyor Boğaziçi'nden doğru
Bir iskeleden kalkan vapurun sesi,
Mavi sular üstünde yine
Bembeyaz Kızkulesi.
Bir yanda, serin sabahla beraber,
Doğduğum kıyılar: Beşiktaş'ım.
Baktıkça hep, semt semt, yer yer,
Beş yaşım, on beş yaşım, ah yirmi yaşım!
Durmuş bir tepende okuduğum mektep,
Askerlik ettiğim kışladır ötesi.
Bir gün bir kızını benim eden
Evlendirme dairesi.
Benim de sayılmaz mı oralar?
Elimi tutar gibi iki yanımdan,
Babamın yattığı Küçüksu,
Anamın toprağı Eyüpsultan.
Önümde, açık kollarıyla Boğaz,
Çengelköy'den aktarma Rumelihisarı.
İstanbul, İstanbul'um benim,
Kadıköy'ü, Üsküdar'ı...
Gün olur, Köprü ortasında durur
Anarım Adalar'da çamların uykusunu.
Gün olur, Beyoğlu'nu özler içim,
Koklamak isterim Tünel'in kokusunu.
Bulut geçer üstünden,
Gemi gelir yanaşır
Bir eski türküdür, kulağıma fısıldar,
"İçi dolu çamaşır."
Göğünde tanıdım ayın on dördünü.
Kırlarında bilirim baharı,
Her şey, içimde herşey,
İstanbul yadigârı.
Bir daha görüyorum seni dünya gözüyle,
Göğün hep üstümde, havan ciğerlerimdedir.
Ey doğup yaşadığım, yerde her taşını
Öpüp başıma koymak istediğim şehir!
İstanbul Türküsü
İstanbul'da, Boğaziçi'nde,
Bir fakir Orhan Veli'yim;
Veli'nin oğluyum,
Târifsiz kederler içinde.
Urumelihisarı'na oturmuşum;
Oturmuş da bir türkü tutturmuşum:
"İstanbul'un mermer taşları;
Başıma da konuyor, konuyor aman, martı kuşları;
Gözlerimden boşanır hicran yaşları;
Edalım,
Senin yüzünden bu hâlim."
"İstanbul'un orta yeri sinama;
Garipliğim, mahzunluğum duyurmayın anama;
El konuşur, sevişirmiş; bana ne?
Sevdalım,
Boynuna vebâlim."
İstanbul'da, Boğaziçi'ndeyim;
Bir fakir Orhan Veli;
Veli'nin oğlu;
Târifsiz kederler içindeyim.
Orhan Veli
İstanbul
Bütün hayatı uyur bir sema-yı mühmelde
Geniş ufukları efsanevi hikayelerin
Tasavvur ettiği gökler kadar beyaz, narin,
Minarelerle müzeyyen, sevimli bir belde...
O mai dalgaların bu sesiyle perverde
Sevahilinde güler ruhu başka bir denizin,
Gezer bu levhaya ait bir ihtiram-ı hazin
Melul hisli mükedder nazarlı gözlerde.
Bütün bedayi'-i ezman, nefais-i a'sar
Bu mai çehreli İstanbul'un beyaz ve uzun
Ufuklarında bulur penah şi'r ü füsun
Dalınca gözlerim ağlar bu hüsn-i sakinde;
Bu beldenin uyuyan bir başka güzellik var
Bütün tulu' ve gurubunda, subh u leylinde
İstanbul
Evin içinde bir oda, odada İstanbul
Odanın içinde bir ayna, aynada İstanbul.
Adam sigarasını yaktı, bir İstanbul dumanı
Kadın çantasını açtı, çantada İstanbul.
Çocuk bir olta atmıştı denize, gördüm
Çekmeğe başladı, oltada İstanbul.
Bu ne biçim su, bu nasıl şehir Şişede
İstanbul, masada İstanbul.
Yürüsek yürüyor, dursak duruyor, şaşırdık
Bir yanda o, bir yanda ben, ortada İstanbul.
İnsan bir kere sevmeye görsün, anladım
Nereye gidersen git, orada İstanbul.
Ümit Yaşar Oğuzcan
Bahar Sarhoşluğu
İlk sevgilimin gülüşüne benzer
Bir Nisan havası değil mi esen?
Zincirlere, kelepçelere inat,
Kanatlarımı açmak zamanıdır;
Allahaısmarladık kaldırımlar.
Giyenler düşünsün dar elbiseyi;
Ölçülü sözü, hesaplı adımı
Ben kurtuldum kafeste kuş olmaktan;
Saltanat sürer gibi uçuyorum,
Erk ağacı gelin olduğu gün.
Hayranım bu şehrin bacalarına.
İrili ufaklı, hep bir ağızdan,
Nasıl derinden gökyüzüne doğru
Bir türkü söylüyorlar öyle sessiz!
Dumanı daim olsun güzel baca!
Yuvası saçakta kalan kırlangıç,
Yuvası dallara emanet serçe.
Derken camiler üstünde güvercin,
Minareler katında geçiyorum,
Gökyüzü mahallesi İstanbul'un.
Süt beyaz bir martıyım açıklarda.
Gemilere ben yol gösteriyorum,
Buğday ve ilaç yüklü gemilere.
Bir kanat vuruşta bulutlardayım;
Bir süzülüşte vatanım dalgalar!
İstanbul’u Dinliyorum
İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı
Önce hafiften bir rüzgar esiyor;
Yavaş yavaş sallanıyor
Yapraklar ağaçlarda;
Uzaklarda, çok uzaklarda,
Sucuların hiç durmayan çıngırakları
İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı.
İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı;
Kuşlar geçiyor, derken;
Yükseklerden, sürü sürü, çığlık çığlık.
Ağlar çekiliyor dalyanlarda;
Bir kadının suya değiyor ayakları;
İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı.
İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı;
Serin serin Kapalıçarşı
Cıvıl cıvıl Mahmutpaşa
Güvercin dolu avlular
Çekiç sesleri geliyor doklardan
Güzelim bahar rüzgarında ter kokuları;
İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı.
İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı;
Başımda eski alemlerin sarhoşluğu
Loş kayıkhaneleriyle bir yalı;
Dinmiş lodosların uğultusu içinde
İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı.
İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı;
Bir yosma geçiyor kaldırımdan;
Küfürler, şarkılar, türküler, laf atmalar.
Bir şey düşüyor elinden yere;
Bir gül olmalı;
İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı.
İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı;
Bir kuş çırpınıyor eteklerinde;
Alnın sıcak mı, değil mi, biliyorum;
Dudakların ıslak mı, değil mi, biliyorum;
Beyaz bir ay doğuyor fıstıkların arkasından
Kalbinin vuruşundan anlıyorum;
İstanbul'u dinliyorum.