Türk Şiirinin Tarihi
Türk şiiri, diğer milletlerde olduğu gibi, başlangıçta dini törenlerden doğmuş ve daha sonra dini olmayan konularda gelişimini sürdürmüştür. Sözlü gelenekte "yır" olarak bilinir. İlk yazılı şiir kaydına bugünkü Moğolistan'daki Orhun yazıtlarında rastlanmıştır. Şiirsel anlatım yüzyıllardır Türk edebiyatının başlıca anlatım aracı olmuştur siyasi ve sosyal mesajları iletmek için şiirsel dil ve kafiyeyi kullanılmıştır. Talas savaşınca maalubiyetten sonra zamanla İslamı benimseyen Türkler özellikle Pers kültür ve din anlayışından etkilenerek Selçuklu devletinden önceki yaklaşık iki yüzyıllık dönemde yavaş bir edebi alışveriş içinde bulunmuşlardır. Selçuklu Türklerinin Pers İmparatorluğunu fethiyle birlikte Perslerin birçok idari, edebi ve kültürel geleneği Türk yönetici sınıfı tarafından nihai şekilde benimsenmiştir. Eski Türk alfabesi kalıcı olarak, Pers harfleriyle değiştirilmiş ve Pers şiir anlatım biçimleri, örneğin "mesnevi" ("mesnâ" Farsçada ikili anlamına gelir), tanıtılmıştır. Türk edebiyatının en önemli eserlerinden bazıları bu formatta kaleme alınmıştır. Örneğin Yûsuf Has Hâcib'in (1077) Orta Türkçe yazılmış "Kutadgu Bilig'i". Bu dönemde, yönetici elitin ve halkın kullandığı edebi dil arasında belirgin bir ayrım ortaya çıkmıştır. Bu ayrılık, idarecilerin üzerindeki Pers etkisi ve din adamlarının üzerindeki Pers-Arap etkisiyle tetiklenmiştir. Bu ayrım, "Halk" edebiyatı ve "Divan" edebiyatı alanlarını belirler. İlki, halk tarafından sürdürülen sözlü gelenekleri simgeler ve özgün dil özellikleriyle (Pers ve Arap etkisinden daha az etkilenmiş, daha Türkçe kökenli) ve formuyla (Türk boyları tarafından kullanılan bir ata ölçüsü olan "hece" vezninin kullanımı) karakterizedir. Buna karşılık, Divan edebiyatı, katı ölçü kuralları (aruz ölçüsü), daha dar bir konu yelpazesi ve yaygın yabancı kelime kullanımına dayanan Pers-Arap bir edebi formu temsil eder. "Divan" edebiyatı ayrıca Klasik ya da Kadim Türk edebiyatı olarak da adlandırılır.
Anadolu’da Şiir
Anadolu’ya Selçukluların girişi, yeni bir dönemin başlangıcının işaretidir. Bir yandan, Pers’in doğusundaki göçebe Türk kültürü etkisini kaybetmiş, doğunun ve batının Türkleri arasında bir kopukluk yaşanmıştır; birçok Türk boyu birkaç yüzyıl boyunca göçebe yaşamlarını sürdürmüş olsa da artık şark Türklerinin edebî ve siyasî ürünleri batıya uluşmaz. Diğer yandan, “Romalıların” topraklarına göç, Pers ve Orta Doğu’da hüküm süren Türkleri, şimdi Anadolu’yu yönetenlerden ayırmıştır. Dolayısıyla, Arap ve Pers Divan edebiyatı yanında yeni bir rekabetçi ortaya çıkmıştır: Türk Divan Edebiyatı.
Moğollar, Asya’nın çoğunu hızla fethederek Türk ve Fars dünyalarını da içine almıştır. Bu, politik manzaranın radikal bir şekilde değişmesine neden oldu ve Anadolu’da “ikinci” Beylik döneminin başlangıcını işaret etti; küçük Türk beyleri parçalanmış toprakları yönetmiştir. Bu dönemde, Anadolu’nun Türk halkı kültürel ifadesini “Halk” edebiyatında bulmuş, özellikle büyük şair Yûnus Emre tarafından simgelenmiştir. Alternatif olarak, Mevlana gibi bir Fars şairinden etkilenmişlerdir; Konya’ya, Rûm Sultanlığı’nın başkentine göç eden Fars şair Rumi, eserlerini genellikle Farsça, ancak zaman zaman Orta Türkçe, Arapça veya Bizans Yunancası olarak kaleme almıştır.
Bu dönemde, Horasan Türklerinden olduğuna inanılan Hoca Dehhani gibi bir şairimiz de bulunmaktadır. O, Türk Divan edebiyatının ilk temsilcilerinden biri olarak kabul edilir. Anadolu’da, Pers edebiyatının etkisi altında seküler konularda Türkçe şiirler yazan ilk şairlerden biridir. Selçuklu Sultanı Alaaddin Keykubat’ın isteği üzerine 20.000 beyitten oluşan bir “Selçuk Şehnamesi” yazmıştır. Bu Persçe yazılan eserinin yanı sıra ustaca kaleme alınmış Türkçe gazel ve kasideler de bulunmaktadır. Bu şiir biçimleri, şairlerin düşüncelerini ve duygularını öz bir çerçeve içinde ifade etmelerine olanak tanıyan “aruz”un sıkı metnine bağlıdır.
Bu parçalanmış siyasi dönemde, Bizans sınırının kenarında bulunan Türkmen bir savaş lordu olan Osman, zayıflayan Bizans gücünden faydalanmaya başladı ve sonunda hükümranlığı altında önemli miktarda toprak birleştirdi. Oğlu Orhan, bu fetihlere devam ederek, bölgesel politikada yeni bir varlık oluşturdu: Osmanlı.
Osmanlılar hızla Avrupa’ya yayılarak Anadolu’nun batı kısmını fethettiler. Bu hızlı genişleme sürecinde, birçok dikkate değer şair ortaya çıktı ve Divan edebiyatının Türk branşını öncü kıldı ve zenginleştirdi.
Bu parçalı siyasi manzarada, etkili şairler serisi ortaya çıktı ve Anadolu’nun ve ötesinin edebi ve kültürel dokusunu şekillendirdi. Öncüleri Osman ve Orhan gibi önceki şairlerin oluşturduğu temele dayanarak, bu şairler sadece zamanlarının evrilen dinamiklerini kaydetmekle kalmadı, aynı zamanda Türk Divan edebiyatının zenginleşmesine de katkıda bulundu.
Bu dönemin önemli bir figürü Nesimi‘dir, doğum tarihi ve yeri kesin olarak bilinmemektedir. Sufi bir şair olarak, şiirlerinde Azerbaycan Türkçesi ve Farsça’yı ustalıkla kullanmış, dil ve ölçüde dikkate değer bir hakimiyet sergilemiştir. Nesimi’nin şiiri, “Divan”ında toplanan, özellikle ateşli ve cesur tarzıyla dikkat çeker, genellikle cesaret ve incelikle derin temaları keşfeder.
Bu dönemin bir diğer önemli figürü Âşık Paşa‘dır, etkisi sadece edebi eserleriyle değil, aynı zamanda öğretileri ve manevi liderliğiyle de genişlemiştir. Âşık Paşa’nın yazıları, basitlik ve açıklıkla karakterize edilmiş, Türkçeyi Anadolu’da bir edebi dil olarak kurmada kilit bir rol oynamıştır. Aruz ve hece ölçüsünde yazılmış şiirler aracılığıyla Âşık Paşa, Sufizm öğretilerini kitlelere aktarmayı amaçlamış, ünlü “Garipname” gibi didaktik eserler üretmiştir.
Nesimi ve Âşık Paşa’nın çağdaşı olan bir diğer önemli figür Gülşehri’dir, Türk edebiyatına unutulmaz bir iz bırakmıştır. Mistik ve bilgelerden biri olan Gülşehri, Feridüddin-i Attar’ın “Mantıku’t Tayr”ını Türkçeye çevirerek, çeşitli kaynaklardan ek hikayelerle zenginleştirmesiyle belki de en iyi bilinir. Mantıku’t Tayr ve didaktik Felekname gibi eserleri, onun maneviyat ve edebiyat anlayışının derin bir anlayışının birer belgesidir.
Son olarak, 14. yüzyılın Türk edebiyatına önemli katkılar sunan çok yönlü bir şair olan Kadı Burhanettin‘dir. Aşk ve kahramanlık temalarının yanı sıra, Kadı Burhanettin şiirine Sufizm unsurlarını da eklemiştir ve tuyuğ tarzı mısralarıyla tanınmıştır.
Bu şairler bir araya geldiğinde, önemli siyasi ve kültürel çalkantılarla işaretlenmiş bir dönemde Anadolu edebiyatının zenginliğini ve çeşitliliğini simgeliyorlar. Kuşkusuz, Pers mevkidaşlarından etkilenmiş olmalarına rağmen, Osmanlı egemenliğinin genişlemesi, imparatorluğun şairlerine yeni bir özgüven kazandırmıştır. Sonuç olarak, Türk Divan şairleri yaratıcılık ve etki açısından Pers ve Arap mevkidaşlarını aşmaya başlamıştır. Bu değişim, sadece Türk edebiyatının evrimini değil, aynı zamanda Osmanlı İmparatorluğu’nun yükselen kültürel kimliğini de yansıtmaktadır ve bu, bölgedeki edebiyat ve sanatın gelecek yüzyıllarını şekillendirmeye devam edecektir.
15 ve 16. Yüzyıllar
Devamı yakında…