1 Bak Sitanbûlun şu Sa’dâbâd-i nev bünyânına Ademin canlar katar âb û havâsı canına 2 Ey sabâ gördün mü mislin bunca demdir âlemin Püşt ü pâ urmaktasın İranına Tûrânına 3 Ey felek insâf ey mihr-i cihân-ârâ âmân Bir aazîrî var ise söylen konulsun yanına 4 Ben de bilmem böyle rûh-efzâlığın aslın meğer Hızr tohm-i ömr-i câvid ekti nahlistânma 5 Hey ne feyz-i câvidandır kim olur serv-i sehî Sürseler bir katra âbın nâvegin paykânına 6 Hey ne hâlettir ki dûdun sünbül-i sîrâb-eder Uğrasa bâd-i sabâsı düzahın nirânına 7 Şöyle feyzâfeyzdir çûş ü hurûş-i nevbahâr Kim erişmiştir telâtüm âsmân eyvamna 8 Turfe rengâreng-i âheng eylemiş sahrâyı pür Kûh ses verdikçe şeydâ bülbülün efgânına 9 Sabr ü tâkatsiz çıkup bir gül dahi peydâ eder Hande sığmaz goncenin zirâ leb-i handânına 10 Arşedek çıkmakta mânendj dûâ-yi müstecâb Uğrayan âb-i musaffa râh-i şâdırvânma 11 Sizde böyle müşg olur mu deyu hâkinden biraz Ah göndersem sabâ ile Huten hâkânına 12 Cedvel-i sîm içre âdem binse bir zevrakçeye İstese mümkün varılmak cennetin tâ yanına 13 Olsa ger kasrındaki nakş ü nigâra bir şebîh Anı yazmaz mıydı Gaffârî Nigâristânına 14 Olsa Kisrâlar zamânında ya Firdevsî anı Eylemez miydi şeref Şehnâmenin unvânına 15 Gûş kıl ey rûh-i Kisrâ ey revân-i Cem işit Ben kapılmam ehl-i târihin sühan sencânına 16 İkinizde olmamış mâlik ana aldım haber Çerh-i pirin and verdim dînine imânına 17 Dersiniz kim çerh-i pîre yok yere verdin kasem Kim o bîîmandır anın kim bakar eymânına 18 Vaktinizde çerh âmennâ ki bîîmân idi Ehl-i dil makrûn idi endûh-i bîpâyânına 19 Şimdi ammâ ehl-perverdir müselmandır tamâm Olalı mahkûm Sultân Ahmedin fermânına Günümüz Türkçesi: 1. İstanbulun şu yeni yapılmış olan Sadabadına bak! Suyu ve havası insanın canına canlar katıyor. 2. Ey sabah rüzgârı! Bunca zamandır dünyanın Iranını, Turanını dolaşıyorsun; bunun bir benzerini gördün mü? 3. Ey felek! insaf et. Ey cihanı süsleyen güneş! Müsaade et de söyleyim: Bu Sadabadın bir eşi varsa, söyleyin de yanma konulsun görelim. 4. Ben de böyle cana can katıcılığının aslını, esasını bilemiyorum! Hızır onun bahçelerine korularına ebedî hayat tohumu ekmiş olmasın?.. 5. Hey! Onda ne ebedî bir feyiz vardır ki, bir damla suyunu okun temrenine sürseler, o yeşerip dümdüz bir selvi olur. 6. Hey! Ne haldir ki, onun tanyeli, cehennemin ateşine rasgelse, o ateşin dumanını taravetli, taze bir sümbül haline koyar. 7. İlkbaharın neşesi ahengi ve çoşkunluğu öyle taşkın bir feyiz içindedir ki, bu neşe ve ahenk dalgalarının çarpışması gök kubbesine erişmiştir. 8. Dağ, çılgın bülbülün feryadına ses verdikçe, ovayı görülmemiş renkli bir âhenk doldurmuştur. 9. Gülüş, koncanın gülen dudağına sığmadığı için, elinde olmadan, bir gül daha meydana getirir. 10. Şadırvanının yoluna uğrıyan tertemiz su, Allahça kabul edilen dua gibi, arşa kadar çıkmaktadır. 11. Ah! Sizde böyle misk bulunur mu diye, Huten hakanına, tanyeliyle Sadabadın toprağından bir parça yollasam! 12. İnsan “Cedveli sim” içinde bir sandala binse, istediği takdirde, cennetin ta yanına varılabilir. 13. Eğer Sâdâbâd köşkündeki resimlere ve süslere bir benzer olsaydı, Gaffârt onu Nigâristân isimli eserine yazmaz mıydı? 14. Yahut, Kisralar zamanında (böyle bir köşk) olsaydı, Firdevsî onunla Şahnamenin adını şereflendirmez miydi?, 15. Ey Nuşîrevânm rûhu! Ey Cem’in ruhu! dinleyin: Ben tarihçilerin methiye yazanlarına kapılıp inanmam. 16. İkiniz de ona (onun gibi bir esere) malik olmamışsınız; ihtiyar feleğin dinine, imanına ant vererek, bunu ondan öğrendim. 17. Siz dersiniz ki: “ihtiyar feleğe boş yere ettirdin; çünkü o semâvî dinlerden evvel yaratıldığı için imansızdır, kafirdir; onun yeminlerine kim bakar? kim inanır?” 18. Doğru. Sizin zamanınızda felek imansızdı; arifler onun sonsuz mihnetine uğramıştı. 19. Fakat şimdi, Sultan Ahmedin fermanının hükmü altına gireli beri, eğer sahiplerini korumayı adamakıllı öğrenmiştir müslümündır (imana gelmiştir).
- Sâdâbâd, malûm olduğu veçhile, Osmanlı İmparatorluğu zamanında, İstanbulda Halicin sonundaki Kâğıthane deresi boyunda vücude getirilmiş olan seyir ve eğlence yerinin adıdır. Burası XVI asırdan beri İstanbulun bir gezinti ve eğlence yeri olarak tanılıyor idiyse de bilhassa XVIII inci asırda, yeni yapılan bahçeleriyle ve kanallarıyle büyük bir güzellik ve şöhret kazan mıştır. Bundan dolayı, Nedim, oraya Sâdâbâd-i nev-bünyan diyor. Nev-bünyân: (f. st.) Yeni yapılmış; yeni yapılı. Sa’dâbât-i nev-bünyân: (f. s. t.) Yeni yapılmış olan Sadabat. Sitanbûl, İstanbul’un eski bir nazım kullanışına göre aldığı şekildir. ↩︎
- Mislin; mislini, eşini demektir. Farsçada püşt, arka ve pâ, ayak demek olup püşt ü pâ urmak, gezip dolaşmak manasında kullanılmış bir tabirdir. ↩︎
- Cihân-ârâ: (f. st.) Cihanı süsleyen.
Mihr-i cihân-ârâ: (f. s. t.) Cihanı süsliyen güneş. Söylen, söyleyin demektir.
İnsâf kelimesinin sâf hecesini, vezinde bir kapalı bir açık hece değerince uzatarak okumak lâzımdır ↩︎ - 4. Rûh-efzâ: (f. st.) Ruh artıran: cana can katan. Rûh efzâlığın aslın, ruhefzalığınm aslını demektir.
Ömr-i câvîd: (f. s. t.) Ebedî hayat
Tohm-i ömr-i câvid: (f. is. t.) Ebedî hayat tohumu.
Hızır, âbıhayâtı bulup içerek ebedî hayata nail olduğu için Sadabadm bağına, bahçesine edebî hayat tohumu ekmiş oluyor. Hızr kelimesini, vezinde bir kapalı ve bir açık hece karşılığı olacak tarzda okumak lâzımdır. ↩︎ - Feyz-i câvidân: (f. s. t.) Ebedî feyiz; devamlı bereket. Serv-i sehî: (f. s. t.) Düz selvi. Âbm: abını, yani suyunu demektir. Eskiden oklar sert ağaçlardan yapılırdı; selvi de sert bir ağaç olduğu için ok yapmağa yarardı. Nedim burada bir mübalâğa ile, Istanbulun feyizli suyunun bir damlası okun temrenine bile sürülse, onun derhal boy atıp uzun bir selvi haline geleceğini söylüyor. ↩︎
- Dudun; dudunu, yani dumanım demektir. Sîr-âb: (f. st.) Suya hanmış; taravetli, taze. Sünbül-i sîrâb: (f. s. t.) Taze, taravetli sümbül. Bâd-i sabâ: (f. is. t.) Tanyeli. Duman ile sünbül arasındaki münasebet, dumanın da kıvrım kıvrım yükselmesinde ve renginin mor sümbüle benzemesindedir. ↩︎
- Cûş ü hurûş-i nevbahâr: (f. is. t.) ilkbaharın neşesi ve ahengi. Cûş û hurûş; coşkunluk, neşe ve çağıltı, ahenk demektir. Çok feyizli, feyizle dopdolu manasına gelen Feyzâfeyz keli mesinin sonundaki feyz hecesini, vezinde bir kapalı ve bir açık hece karşılığı olacak tarzda okumak lâzımdır. ↩︎
- Rengâreng-i âheng: (f. is. t.) Ahengin bin bir türlü renkleri. Çok renkli manasında bir sıfat olan rengâreng kelimesi burada türlü türlü renkler, bin bir türlü renklilik gibi bir isim olarak kullanılmıştır. Reng, âheng gibi farsça kelimelerin sonundaki g harfi bizim dilimizde k olarak söylenir ve yazılır. Pür eylemek, doldurmak demektir. Dağ manasına gelen farsça kûh kelimesini, vezinde bir kapalı ve bir açık hece karşılığı olacak surette uzatarak okumak lâzımdır. ↩︎
- Leb-i handân (f. s. t.) Gülen dudak. Bu beyitte Divan edebiyatının en zarif hüsnü tâlillerinden biri vardır: baharda güllerin açılması gibi tabii bir hadiseye, kâinatın şevk ve neşesinden doğan kahkahanın koncanın dudağı na sığmaması yolunda bir sebep gösteriliyor. Hiç açılmamış koncanın kapalı bir ağıza, açılmış gülün de gülen bir ağıza benzetildiği malûmdur. ↩︎
- Duâ-yi müstecâb: (f. s. t.) Kabul edilen dua. Mânend-i duâ-yi müstecâb: Kabul edilen duanın eşi, benzeri; kabul edilen dua gibi. Âb-i musaffâ: (f. s. t.) Tasfiye edilmiş, temizlenmiş su; saf su. Râh-i şâdırvân: (f. is. t.) Şadırvanın yolu. ↩︎
- Huten Şarkî Türkistanda misk âhûlanyle meşhur bir yerdir. Nedim, bu beytiyle, Sâdâbâdın toprağım bile oranın miskinden üstün tutuyor. Deyû diye kelimesinin eski bir kullanılış şeklidir. ikinci mısraın başındaki âh kelimesini, vezinde bir kapalı ve bir açık hece karşılığı olacak surette uzatarak okumak lâzımdır. ↩︎
- Cedvel-i sim: (f. is. t.) Gümüş kanal. O devirde Sâdâbatta açılan kanallardan birinin adıdır. ↩︎
- Gaffarı, Iran şairlerinden biri; Nigâristan da onun birçok hikâyeleri ihtiva eden bir muhâzarât kitabı dır. Bu eser, Altıparmak Mehmet Efendi tarafından Türkçeye de çevrilmiştir. ↩︎
- Kisrâ, asıl eski İran şahlarından Nûşîrevânın unvanı ise de sonradan Sâsâniyân sülâlesinin bütün hükümdarlarına verilen unvan olmuştur. Firdevsî, meşhur İran şairidir ki Iranın milli destanı olan Şehname onun eseridir. ↩︎
- Gûş kılmak, yahut gûşetmek: İşitmek, dinlemek de mektir. Rûh-i Kisrâ: (f. is. t.) Kisrânın (Nuşirevanm) ruhu. Revân-i Cem: (f. is. t.) Cemin ruhu. Ehl-i târih: (f. is. t.) Tarih sahipleri, tarihçiler. Sühan-senc: (f. st.) Söz tartan; şair; methiye yazan. Sühan-sencân, Sühan senc’in farsça çoğuludur. Birinci mısranın başındaki gûş kelimesini, vezinde bir kapalı bir açık hece karşılığı olacak tarzda uzatarak okumak lâzımdır. ↩︎
- Çerh-i pîr: (f. s. t.) İhtiyar felek. Bu beyitteki and kelimesinin, türkçe olduğu halde bir yabancı kelime ahengiyle-vezinde bir kapalı ve bir açık hece karşılığı olacak tarzda okumak icap etmektedir. ↩︎
- Eyman: yeminler ↩︎
- Arapça olan âmennâ; inandık demek olup, diyecek yok, doğru gibi tasdik makamında kullanılır bir kelimedi, Makûn: Ulaşmış. Kavuşmuş; ↩︎
- ↩︎