İrili ufaklı bir yığın toprak!
Ne bir yeşil fidan ne bir gölge var;
Kızgın bir güneşten sanki yanacak:
Etrafta susamış, kurak ovalar…
Bunlar köy, dediler; şüpheyle baktım;
Toprak yığınına daha uzaktım;
Yaklaşınca tren,
İçimde, birden,
Bir şey ürperdi:
Bu toprak yığını köy nasıl yerdi?!..
Girecek ufacık delikleri var;
Karınca yuvası sanki, öyle dar!..
Yanında daha bir yığın; alçacık,
Güneşten çatlamış bir küme balçık,
—Bunlar ne? Mezar mı?
Dediler:
—Öyle!
—Ölüler, diriler ne yakın böyle!
Bir karış fasıla yok arasında;
Burada yaşayan
Ve ölen insan
Dünyanın ne tadı ne de yasında.
Öyle yabancı şu kâinâta;
O kadar bağsız ki belli hayata!...
Titredim; bu yığın köy mü, mezar mı?
Burada hayattan bir neşât var mı?
Öyle ıssız, sakin,
O kadar hazin!..
İrili, ufaklı toprak yığınından
Apansız,
Bir iskelet gibi kuru ve cansız,
Siyah bir hayalet geçti: Bir insan!..
Şükûfe Nihal