Ey aşk!

Sen eskiden gönülde yıllarca ve yıllarca
Sönmez bir büyük yangın, tüten bir yanardağdın.
Gözyaşı dalga dalga, sineler parça parça,
Feryatlarla yaşanan bir ulvî maceradan.

Benzerdi verdiğin dert en hoş bahtiyarlığa.
Bir damla düşmüş olsan harap bir mezarlığa;
Yeni hayat gelirdi her kurumuş varlığa;
Sen bir “altın yağmur” dun, pırıltılarla yağdın.

Ey cihan ahenginin en güzel bülbül sesi!
Tanrı seninle açtı “tarihî mukaddes”i
Seninle doğdu Hüsn’ün ilâhî kasidesi:
Sen güller, incilerle örülmüş bir mısraydın.

Ey sen, ah, ey sen, ey aşk! Çağlayanda rübabın.
Şairin, sanatkârın ruhunda ıstırabın.
Zindandan bin teselli yaratırdı serabın.
"Zühre”nin ümit ile parlattığı çerağdın.

Sen eskiden böyleydin; bunlardan daha güzel.
Bunlardan daha yüksek bir duyguydun, bir emel.
Bu günse kaldı ancak, o eski nura bedel,
"Fuzûlî Dîvânı”nda alev alev bir yandın.

Sen bugün, ey zavallı, ne bir büyük rüyasın,
Ne küçük bir buseden kızaran saf edasın!
Bu gün sen ancak riya, hem ucuz bir riyasın;
Ey sen ki öz yürekten kopan yanık duaydın!

Dün bir define, bu gün mücevher hırsızısın
Dün bir ilahe idin, bu gün bir bar kızısın!
Dün kalbe şeref, bu gün vicdanda bir sızısın
Sen ki behimiyetten ulviyete bir bağdın.

Üç kadeh içki, biraz pembe et, biraz ipek,.
Bir sinir gerginliği, bir ateşli titremek
İşte sen busun! Artık ne yalvarma, ne emek!
Bin bir fedakârlığa dün ne coşkun menbadın!

Geçmiş asırlardaki yüksekliğinle seni
Anarak ağlıyorum boş yere mersiyeni.
Ey Enis, anlatma ki hayalinden geçeni,
Cazbant uğultusundan duyulmuyor feryadın.

Enis Behiç Koryürek